23 Ağustos 2010 Pazartesi

Olmayan Hedefimizden Şaştık!

Zaman mevhumunu kaybettiğim bugünlerde geleceğe dair karar vermek ne kadar zor geliyor şu anda. İnsan, bırakın bir yılı bir saat sonrasını bile göremez, tahmin edemez oldu. Uyuşturuluyoruz resmen. Bir hedefimiz, amacımız kalmadı. Tarih öncesi avcılık ve toplayıcılık çağlarına döndük. "Bugünü kurtarayım, karnım doysun da; yarına allah kerim."
İş mülakatlarında sordukları "Bundan 10 yıl sonra kendinizi nasıl görüyorsunuz?" sorularına da artık sinir oluyorum. Başı boş serseri mayın gibi kime patlayacağımız belli olmadan yaşıyoruz bu ülkede. Ben nerden bileyim 10 yıl sonra nasıl olacak mışım? Sen biliyor musun? Sokaktaki vatandaş biliyor mu? Bu ülkenin geleceği ne olacak biliyor muyuz? Sokakta ki vatandaşlardan kaç tanesi ileride nasıl bir ülkede yaşamak istediğine karar vermiş durumda? Bir ülke politikamız yok. Bir idealimiz yok. Türkiye Cumhuriyeti'nin 87.yılını kutlayacağız 29 Ekimde. Peki bu Cumhuriyeti daha ileri yıllara taşıyacak bir plan, programımız, ulus ideamız var mı? Bir Yunan Megal-i İdeamız, Bir Ermeni Dört T planımız ya da İsrail gibi vadedilmiş topraklar stratejimiz var mı? Ya da bunlarla nasıl mücadele edeceğiz, bu mücadele yolunda her vatandaşa ne gibi bir görev düşüyor, biliyor muyuz?

Hiç sanmıyorum. Varsa da biz bilmiyoruz. Sorgulamıyoruz çünkü. Bu ülkenin kalkınma planları açıklanırdı eskiden. Artık o da yapılmıyor. Çöplükte havada uçuşan tuvalet kağıdı gibi bir ülke burası. Rüzgar nereye götürürse... İşin daha kötü yanı da her yolun sonunda bokla karşılacağımız gerçeğinin olması.Çünkü kendi yolumuzu belirleme gibi bir fısatımız kalmadı.Yapacağımız anayasayı bile halktan önce Amerika'ya soruyoruz.
Rahmetli Uğur Mumcu'nun bir konuşmasında bir mizah dergisinden alıntı olarak yaptığı "Türk kimdir?" açıklaması aklıma geldi. Son noktayı bununla koymak uygun olacaktır diye düşünüyorum.

Türk vatandaşı Kimdir?

Türk vatandaşı:

İsviçre Medeni Hukuku' na göre evlendirilen,

İtalyan Ceza Yasasına göre cezalandırılan,

Alman Ceza Muhakemeleri Usulü yasasına göre yargılanan,

Fransız İdare Hukuku'na göre idare edilen,

Ve İslam Hukuku'na göre gömülen kişidir.

24 Haziran 2010 Perşembe

Bize ne oldu ve bundan sonra daha neler olacak?

Birkaç gün önce annem ile oturmuş sohbet ederken televizyonda adını bile ağzıma almak istemediğim çapulcu takımının yaptığı Halkalı saldırısında şehit olan askerlerimizin görtüntüleri ve şehit eşi, kardelen Elif öğretmenin konuşmalarını izliyorduk. Aslında ben televizyon yerine annemi izliyordum çünkü aynı haberi bütün kanallarda aynı şekilde defalarca izlemiş ve "Biz nasıl bu hale geldik?" diye düşünmekten sıkılmıştım. Koltukta oturmuş elinde barbunya fasülyelerini kabuğundan ayıran ve bir yandan da göz yaşlarını silmeye çalışan annemi izliyordum. Hayatında hiç görmediği adını sanını bilmediği insanlara "Evladım" diyerek ağlıyordu annem.O an eminim ki annem gibi bir çok evlat sahibi kadın aynı şekilde "Evladım" diyerek ağlıyordu.

Ben annemi o şekilde izlerken bana döndü ve çocukluğuna dair kısa bir anısını anlattı.
Bundan yaklaşık 50 yıl önce dedem henüz yüzbaşı iken Siirt'te görevliymiş ve o zaman Siirt'teki askeri lojmanlarda kalıyorlarmış.Lojman dediğime bakmayın bahsettiğim şey etrafı tahta çitlerle çevirili kerpiç evlere benzeyen tek katlı bir yapı işte. Annem, teyzem ve dayım o dönem Siirt'te salgın haline gelen Asya gribine yakalanmışlar ve günlerce hasta yatmışlar. Annem:
-Biz o dönemlerde hastalıktan kırılırken bize en çok kim baktı biliyor musun? Siirt'te komşumuz olan Kürtler baktı. Anneannen de hastaydı ama bizim kadar durumu kötü değildi ancak üç çocuğa bakmak o dönemlerde çok zordu. Deden sık sık göreve giderdi, 3-4 hafta gelemezdi.İşte o dönemde Kürtler bize binbir çeşit yemek yapar, askeri lojmana getirirlerdi. Benim kürt arkadaşlarım gelir "Nasılım, iyileştim mi?" diye bakar, sorarlardı. Benim oradaki en iyi arkadaşlarım Kürt'tü ve hepisini çok severdim." dedi.
Annemin bu sözlerinden sonra benim de aklıma askerliğimi yaptığım Kasımpaşa orduevinde Güneydoğu'dan İstanbul'a vatani görevini yapmaya gelen Kürt asker arkadaşlarım geldi. "Kemal Hoca" diyorlardı bana.Göbek adım Kemal olduğu için öyle çağırıyorlardı. Halbuki ben görev yerime teslim olduğum günden itibaren herkese normalde kullandığım ismimi söylüyordum. Ta ki ilk içtimada uzman çavuş adımı Kemal diye okuyana kadar... Onun o ismi okuması herkesin aklına kazınmıştı artık. Hoca lakabı ise üniversite mezunu olduğum için. Üniversite okuyunca sanki hayatın tüm bilinmezlerini çözüyorsun ya. Her şeyi biliyorsun. Öyle geliyordu onlara. Herşeyi soruyorlardı. Hatta bir Kürt arkadaşım gelip "Ben teyzemin kızıyla evlenicem ama Kemal Hoca sen bilirsin; bu akraba evliliğinden sakat doğan çocuklar oluyormuş. Benim çocuğum da sakat doğar mı? diye sormuştu.Sadece o da değil hayata dair aklınıza gelebilecek ne varsa soruyorlardı. Ben de aklım mantığım ve o güne kadar edindiğim bilgiler doğrultusunda yardımcı olmaya çalışıyordum.
Bir çarşı iznimde İstanbulu beraber gezdik. Hiç görmedikleri bilmedikleri yerlere götürdüm. O çarşı izninden sonra her cuma gelip bana soruyorlardı "İznimi hangi gün alacağım?" diye. Elimi verdim kol gitmişti artık ama hiç pişman değilim. İyi ki de yapmışım diyorum çünkü çok güzel günlerimiz oldu o askerliğim boyunca. Eğer görev yerimiz İstanbul değil de Güneydoğu'da bir yer olsaydı bu terör örgütüne karşı aynı mevzide omuz omuza çarpışacak, birbirimizi kollayacak ve vatanımızı bu hainlere karşı kanımızın son damlasına kadar savunacaktık. Halen bir kaçıyla görüşmeye devam ediyor ve eski günlerimizi anıyoruz.
Bizler birbirimizi arayıp soran, birlikte geçirdiğimiz günlerin kıymetini bilen, farklı etnik kökten gelen ama birbirini ve ülkesini seven vatandaşlarız. Bizim gibi bu ülkede binlerce hatta yüzbinlerce insan var. Çünkü bu ülke kurulmadan önce biz birlik ve beraberlik içinde zaten yaşıyorduk. Hatta bu ülkenin kurtuluşunda da, kuruluşunda da beraberdik. Antepi fransız işgalinden kurtarırken de orada beraberdik. Yunanlılara karşı tüm imkansızlıklara rağmen göğüs güğüse savaşırken de beraberdik. Kimi tarihçiler diyor ki:
Çanakkale'de Kürtler yoktu.
Evet yoklardı. Peki Diyarbakır'da Kahramanmaraş'ta Antep'te Sakarya'da İnöünü'de de mi yoklardı?

Şimdi buraya kadar yazdıklarımı kimse yanlış anlamasın. Ben burada kimsenin avukatlığını yapmıyorum. Sadece son bir kaç aydır, kesilen atar damardan fışkırmışcasına akan kan hakkındaki fikirlerimi paylaşıyorum. Yüzlerce yıldır beraber hiç bir sorun olmadan yaşayan insanları şimdi bölmeye çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Bu uğurda akıtılan kan ve harcanan para da ortada. 25-26 yıldır bitmeyen ve her dönem temcit pilavı gibi karşımıza çıkan bu PKK sorunu neden çözümlenemiyor? Bakın Kürt sorunu demiyorum PKK sorunudur bu. Zamanında rahmetli Turgut Özal'ın ve şu anda aynı konuda onun izinden giden başbakanın dediği gibi "Bu ülkenin Kürt sorunu vardır?" demekle kaşınmaya çalışılan yara gibi bir sorundur bu. Böyle bir cümlenin farklı dönemlerde başbakanlık yapan iki politikacının ağzından çıkması da son derece vahimdir. Çünkü bu ne demek? Sen Kürt vatandaşlarının tamamını bu ülke için bir sorun olarak görüyorsun demektir. Bunu artık talihsizlik olarak görmek biraz hafif kalır, bu cahilliktir. Daha kendi etnik coğrafyasını bilmeyen etnik kültür zenginliğinin ve tarihinin farkında olmayan ülkesini tanıyamamış siyasetçilere oy vermek de biz seçmenin cahilliğidir. Bu ülkenin hiç bir zaman Kürtlerle sorunu olmadı. Şu anda da yok. Hatta son bir yıldır tartışılan ve hükümet dışında kimsenin bilmediği açılım projesine, daha da ileri gideyim bence hükümet bile bu açılımın ne olduğunu bilmiyor, hiç gerek yok. Bir yandan açılım diyorlar şarkıcıları türkücüleri topluyor fikir alışverişi yapıyoruz diyorlar, dağdan inin valla bir şey yapmayacağız diyerek son 25-30 yıldır teröre kurban verdiğimiz askerlerimizin, öğretmenlerimizin ve anne kucağındayken can veren çocuklarımızın akan kanlarını hiçe sayarak kana susamış bebek katillerini davul zurna ile karşılıyorlar sonra da aynı gün Van'da 11 genci terör orgütü ile bağlantıları var diye tutukluyorlar.KCK operasyonları ile belediye başkanlarını hapse atıyorlar. Aylar sonra da jandarma karakollarına yapılan baskınlar mayınlamalar, büyük şehirlerde patlayan bombalar ve şehitlerin artmasından sonra o davulla zurnayla karşılanan teröristlere gelin bakalım diyip göz altına alıyorlar. Bu nasıl devlet politikası, nasıl bir anlayıştır çözebilmek mümkün değildir. Bana göre bu artık köşeye sıkışmışlık ne yapacağını bilemeden oraya buraya saldırmak, kaş yapayım derken göz çıkarmaktır.Böyle devlet politikası olmaz, olamaz. Bu tür eylemler zaten devletin bir sorun karşısında herhangi bir politikasının olmadığını gösterir.

İşin bir de dil boyutu var. PKK diyor ki; Efendim Kürtçe anayasal sistem de güvence altına alınsın. Okullarda Kürtçe eğitim verilsin, Kürtçe yayın yapılsın, dil özgürlüğü tanınsın. Hükümet ne yaptı. Hemen TRT Şeşi kuruverdi. Amaç neymiş: Efendim buralarda Roj TV izleniyormuş, terör örgütünün kanalını izleyeceklerine bunu izlesinler." Tamam! İzlesinler, bir şey dediğimiz yok ama sen bunu devlet olarak neden PKK söyledikten sonra yapıyorsun, neden Terör örgütünün talebi olmadan daha önce TRT ŞEŞ yayınına başlamıyorsun diye sormazlar mı? İşte ben sordum mesela.Muhtemelen cevabını alamayacağım. Tıpkı bu açılım gibi buna da mantıklı bir cevap alacağımızı düşünmüyorum. Ayrıca Kürtlere karşı dilini konuşamazsın diye bir baskı mı var? Bugün bu ülkede herkes kendi dili neyse konuşuyor zaten. Asıl bugüne kadar senin hükümet olarak Türkçe'yi bu bölgede yaşayan vatandaşlarına öğretememen ayıptır. Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki bir ulusun bütünlüğünü koruyan yegane olgu dilbirliği'dir.Bir ulusu yok etmek isterseniz ilk önce onun dilini ve kültürünü yok etmeniz gerekir.Bu ülkenin konuşma yazma ve eğitim dili de Türkçe'dir. Kimse için bu değiştirilemez değiştirilmeyecektir. Aynı konuda geçtiğimiz hafta CNN Türk'te yayınlanan Beş N bir K programında program sunucusu Cüneyt Özdemir Osman Pamukoğlu'na sordu. "Bildiğiniz gibi İspanya'da da aynı talep geldi ve İspanya farklı dil ve lehçeleri anayasal düzende tanıdığını açıkladı ve ülke bölünmedi dedi. Siz neden bunu bir bölücülük olarak görüyorsunuz?" diye sordu. Ben de Cüneyt beye şu soruyu sormak istiyorum. İspnaya'ya baktığınızda, topraklarının olduğu coğrafyada bir Filistin İsrail krizi mi vardı? Ya da İspanya'nın Ermeni soykırımı sorunu mu vardı? Ya da toprakları okyanus aşırı bir ülke tarafından işgal edilmiş, etnik kültürel yapısı dağılmış, PKK ve El-Kaide gibi sürüyle terör örgütünün cirit attığı sokakları her gün bombalanan Irak gibi bir komşusu mu vardı? Suriye ile Fırat Dicle suyu sorunu mu vardı? Bulgaristan'da ve Kıbrıs'ta İspanya vatandaşları mı katlediyordu? İspanya'ya Amerika ve Avrupa tarafından ambargo mu uygulanmıştı? İran ile Amerika arasındaki nükleer anlaşmazlığın zora ki arabulucusu konumundaki ülke İspanya mıdır? Sayarken bile yoruluyor insan! Sizin böyle bir ateş çemberinde varlığınızı korumanız için her alanda bir bütünlüğe ve birliğe ihtiyacınız olacaktır ve "Dilbirliği" de en önemli olanıdır.

Güzel ülkemin dünyada eşi benzeri olmayan güzel insanlarının üzerine bir kabus gibi çökmüş olan, Irak ve Ortadoğu petrol kaynaklarının tamamını ellerine geçrimek adına planlanmış Büyük Ortadoğu projesi saçmalığı için birileri tarafından beslenen bu terör örgütünün eylemlerini, bizi yönetenlerin terör karşısındaki acizliklerini ve teslimiyetciliklerini, bu acizliğe çanak tutan ve aslında yapılması gereken buymuş gibi göstermeye çalışan kiralanmış medyayı gördükçe ve vatandaşlar arasında tırmanan gerginliğe ve nefrete şahit oldukça ülkesini seven bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendime şu soruyu soruyor ve aynı zamanda korkuyorum. "Bize ne oldu ve bundan sonra daha neler olacak?"

30 Aralık 2009 Çarşamba

Bu Ülke Çıldırmış Olmalı!

Tımarhanede yatan delinin birine sormuşlar:



Söyle bakalım içerde kaç kişisiniz?



Deli cevap vermiş:



50-60 kadar varız. Siz dışarda kaç kişisiniz?



Şimdi dinle deli kardeş!



Biz Türkiye Cumhuriyeti diye bir ülkede yaşıyoruz ya. Bu ülke kurulmadan önce Osmanlı ismiyle tam 600 yıl boyunca 3 kıtaya hakim oldu. Şimdi ise bırak 3 kıtayı küçücük bir yarım adayız. Nasıl bu hale geldik diye sorma uzun hikaye. Ama hala dünya üzerindeki en değerli en güzel topraklara sahibiz. Neyse!



Sonracığıma deli kardeş, bir gün Mustafa Kemal adında bir subay peydah oluverdi. Bu genç subay, sen kalk dünyanın en güçlü devletleri tarafından işgale uğramış toprakları kurtarmak için baş kaldır. Koca bir milleti örgütle. Kurtuluş savaşını başlat! Hem bu güçlü ülkelerle ve onların maşası başka ülkelerin ordularıyla hem de kendi milleti içindeki bir takım düşmanlarla savaş. Bir de yetmezmiş gibi, bu savaşı kazandı. İnanabiliyor musun? Böylece dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir zafer kazanarak Türkiye Cumhuriyetini kurdu.



Sonra Mustafa Kemal, en büyük gayesi olan Türk milletini çağdaş devletler seviyesine çıkarmak için var gücüyle çalıştı. Ne yaptı? Saltanatı kaldırdı. Halifeliği kaldırdı. Kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını verdi. Ülkenin sanayisini tarımını geliştirdi. Cahil okumamış insan kalmasın diye köy enstitüleri, halk evleri kurdu. Ülkede demokrasinin yayılması, benimsenmesi için çok partili sistemi kurdu. Sırf biz rahat yaşayalım kimseye muhtaç olmayalım diye yaptı bütün bunları. Saymakla bitmez... O yüzden kısa kesicem buraya kadar anladın umarım.



Şimdi gelelim sorunun cevabına:



Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı bu çalışmaların üzerine birileri geldi oturdu.

Daha da ilginci bu birilerini biz kendimiz seçerek başımıza getirdik. Ne yaptı bunlar? Köy enstitülerini kapattılar. Köylü cahil kaldı. Kendi toprağını işleyemez oldu. Tarım ülkesi olmamıza rağmen dışardan tarım ürünleri ithal etmeye başladık. Meydan ağalara, aşiretlere kaldı, bu sayede terör örgütleri ortaya çıktı. Bugüne kadar 30.000 vatandaşımız katledildi. Hala da devam ediyor. Milleti sağcı ve solcu diye ikiye böldüler. 10 yılda 3 kez darbe oldu. 1975 -1980 arası tam 5 defa hükümet değişti. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca 3 kez Anyasa değişti. Büyük ihtimalle yenisi de yolda. İnsanlar idam edildi. Katliamlar oldu. Kıbrısta vatandaşlarımızı katlettiler. Kıbrısa çıkarma yaptık. Tüm dünya gözünde haksız işgalci olduk. Ambargolar yedik. Gıkımız çıkmadı



Sonracığıma deli kardeş, 2000'li yıllara geldik. Milenyum dedik, yeni çağ dedik. Bir de baktık ki ileri gideceğimize iyice geriye gidiyoruz. Neler oldu bu zamanda? Milleti sağcı solcu diye ikiye ayırmışlardı ya. Bu taktik tutmadı bu sefer dindar dindar olmayan dendi. Başı açıklar kapalılar dendi. Bu da yetmedi Kürt Türk ayrımcılığı başladı. Türkiye Cumhuriyetinin gördüğü en ağır vergiler uygulanmaya başlandı. Vatandaş elektrik, su, doğalgaz gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bankalardan kredi çektil. Bu kredileri ödeyemeyenler cinnet geçirdi, karısını çocuğunu kesti sonra kendi canına kıydı. Devletin önemli kurumları özelleştirme adı altında yabancı sermayenin eline geçti. Bu ülkeyi bölmeye çalışan terör örgütünün üyeleri meclis genel kurulunda "Cumhuriyet'e" bağlılık yemini ettiler. Sokakları karştırdılar. Küçücük çocukları polis panzerinin biber gazının önüne attılar.



Deli: Allah aşkına tamam. Sus!



Yaaa deli kardeş! Hani sormuştun ya zamanında Siz dışarda kaç kişiniz diye?



İşte 60- 70 milyon kadar varız.